24 Ocak 2016 Pazar

"Tehlikeli" Oyunlarla Yaşayanlar



Kendisini özellikle Tehlikeli Oyunlar'da yoğun hissettiren “oyun” kavramı, Oğuz Atay’ın kaleme aldığı her roman ve öykünün ana izleğidir diyebiliriz. Hatta bu durumu, sadece bir “oyun” değil; zekice kotarılmış bir “oyun içinde oyun” olarak okumak da mümkündür. Atay, tuzu kuru oldukları için yaşamın getirdiği kaygılardan sıyrılabilen burjuva/küçük burjuva sınıfının hayatı bir oyun gibi kurgulayarak, sürekli küçük oyunlar oynama peşinde olmasını (buna “simülasyon” olarak da bakabiliriz) mesele edinmiştir. Bu oyun meselesini, Tehlikeli Oyunlar’ın pek tehlikesiz (!) baş karakteri Hikmet Benol’un ağzından şöyle açıklar: Oyunlar gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır.

Sıkıcı ve bunaltıcı küçük burjuva oyunlarını bir türlü bozamayan Atay karakterleri, bu oyunların hepsini temize çekerek yeniden yazmaya girişirler. Atay’ın tek tiyatro metni olan Oyunlarla Yaşayanlar'ın ana iskeleti de yine bu küçük burjuva/yarı aydın eleştirisi üzerine kurulmuştur.

Atay’ın günlüğünde “İki kültür arasında bunalıyor, bu bunalım orta seviyede bir aydın duyarlığı…” diye anlattığı Coşkun Ermiş, toplumdan kopuk, uzak bir yarı aydın ve emekli bir tarih öğretmenidir. Oyunlarla Yaşayanlar, Coşkun’un sanat sahasına giriş çabasını anlatır aslen. Atay’ın ortaya çıkardığı hemen her karakterinde olduğu gibi, Coşkun da adındaki imgelemden anlaşılabileceği üzere “coşkun” duygular besleyen, ancak hayatın yükü altında ezilirken bunları bir türlü ortaya çıkaramamış, ancak emekliye ayrıldıktan sonra oyunlar yazmaya başlamış ve gerçeklikle oyunlar arasında gidip gelen biridir. Bugün de cari olan bir aydın hastalığına yakalanmıştır. Halkı beğenmez, hor ve aşağı görür. Tabii bu durum ironiktir:


COŞKUN: Ey zavallı milletim dinle! (Durur.) Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında, az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz.


Atay’ın buradaki gibi hiciv ve kara mizah yüklü ironik dili ile burjuva/yarı aydını ti’ye alması, Tutunamayanlar’dan beri sürdürdüğü meselesinin bir başka fikri takibidir.

Kendisi de bir burjuva yarı aydını olmasına rağmen Coşkun Ermiş, diğer burjuva yarı aydınlarının aksine halka sırtını dönmez ve iki kültür arasında sıkışır kalır. Daha sonra Coşkun, oynadığı “oyun”ları acı çekme pahasına ciddiye alan coşkunluğuna bir düzen verecek, kendisinin de dâhil olduğu yarı aydınların toplumu hor görüşüne (her dönemde olduğu gibi) karşı durmaya başlayacak ve yavaş yavaş “Ermiş” bir karaktere bürünecektir.

Coşkun’un eşi Cemile ise tam tersine, oldukça rasyonel ve daima bu “oyun”ların dışında olan bir karakterdir. “Küçük oyunlar”ın peşinde değildir; aksine dikiş diken, pazara giden, elektrik faturasının son ödeme tarihini dikkatle bekleyen bir karakter olarak Cemile, temel hayat kaygılarıyla boğuşmaktadır. Cemile’nin dışında kendi aramızda anlaşıyoruz sanırım diyen Coşkun’un tek çocuğu ise haylaz ve yaramaz Ümit’tir. Ümit (adından anlaşılacağı üzere), Coşkun’un belki de “oyun” konusundaki tek ümididir. Oyunun diğer ana karakterleri ise Saffet Söylemezoğlu, Emel Sevilir, Servet Duygulu ve Saadet Nine’dir; yine isimlerinden anlaşılacakları üzere oldukça zekice kurgulanmış ve yerli yerince konumlandırılmış karakterlerdir.

Atay, oyundaki yan karakterleri (garson, müzik hocası, komiser ve icra memuru) hep aynı kişinin canlandırması gerektiğini vurgular. Bu, bireyin yakın çevresi dışında herkesin, kendisi için birbirinin aynısı olduğuna ve her bireyin ömrünü aslında birbirinin aynısı oyunlarla geçirdiğine vurgu yapmak için ortaya atılmış bir başka iç oyundur. Vermek istediği mesajın belki de tam olarak anlaşılamayacağından kaygı duyan Atay, Coşkun’un ağzından, garson ve müzik hocası üzerine bir açıklama getirmeye çalışır:


COŞKUN (duymamış gibi): Belki de karıştırmıyorum. Belki de insanlar aynı oyunları oynuyorlar, hayatlarını birbirine benzer oyunlarla geçiriyorlar



Tüm bu imgelem ve karakterlerin tahlili dışında Atay, metnin en başında, Coşkun’un evinin ayrıntılı bir şekilde sahneye konacağını, fakat evin dışında gerçekleşen olayların son derece basit anlatılacağını söyler. Bazı ışık-dekor oyunlarıyla ev dışındaki olayların gerçekten yaşanıp yaşanmadığı konusunda okuyucunun/izleyicinin zihninde kuşku yaratmayı amaçlar ve yine bir “oyun içinde oyun” atmosferi oluşturur.

Tüm bu olaylar gerçekten yaşanıyor mudur? Yoksa biz Coşkun’un kafasının içinde kurduğu oyunları mı görmekteyiz? “Oyun”un bu kısmı bir muammadır ve oyunun ana vurgularından biridir. Bu vurguya destek olarak, oyunda zaman da belli değildir. Olaylar ilerler ama hangi olay ne zaman olur, bu konuda da okuyucunun/izleyicinin elinde kesin bir bilgi yoktur. Zaman faktörünün de okuyucunun zihninde olayların gerçekliğine kuşku düşürmek için bu şekliyle kullanıldığını söyleyebiliriz.

Nurdan Gürbilek, Tehlikeli Oyunlar’ı ele aldığı çalışması Oyun ve Adalet yazısında, “Atay’ın oyunlarında haz kadar endişenin, isyankâr bir içerik kadar suçluluk duygusunun, alay ettiği nesneye yönelmiş yıkıcılık kadar yıktığını içerme, onarma istediğinin de” payının olduğunu savunur. Gürbilek’in bu yaklaşımı Oyunlarla Yaşayanlar için de geçerlidir. Ne kadar karmaşık, tehlikeli, sıkıntılı olsa da tüm “oyun”lar mutlaka oynanacak, sonra yıkılacak, temize çekilecek, oyun içinde oyunlarla aslında yine aynı tekdüze oyunlara mahkûm olunacaktır. Coşkun Ermiş’in de altını çizdiği gibi, “Belki de insanlar aynı oyunları oynuyorlar, hayatlarını birbirlerine benzer oyunlarla geçiriyorlar”dır zaten. Kim bilebilir ki?




(Bu yazı Arka Kapak için yazılmıştır. -Nisan, 2014-)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder