Edebiyat dünyasının, ama en çok da okurların, affetmediği
bir şey vardır: Eğer yazının sadece bir türünde ün yapmışsanız, yazdığınız
diğer türlerdeki tüm eserlerinizin yeri çöplüktür. Mesela iyi bir “romancı”
olduysanız, kusura bakmayınız; yazdığınız onca güzel şiir bir çırpıda
unutulmaya mahkûmdur… En azından, pek çoğu! Ya da iyi bir şairseniz, kaleme
aldığınız öyküleri de ne yapacakmış okur? Sizi gidi sizi… Siz edebiyatçılar ne
çok şey istiyorsunuz öyle! Hem zaten sizin talihsizliğiniz, en başta, edebiyatçı
olmanızda. Bir de üstüne üstlük soyadınız “Eloğlu” ise, kim umursar ki sizi?
Eloğlunda ince müzik
Benimkisi aman aman
Benimkisi aman aman
Metin Eloğlu denilince akla, elbette hemen “şiir” gelir.
Biraz daha düşünülürse, kendisinin ressamlığı hatırlanır. Fakat “şair” ve
“ressam” tanımlamaları, Metin Eloğlu’nun sanatçı yönünü kavrayabilmemiz için
yeterli olmamaktadır. Şiirlerinde kullandığı temiz ve kendine has “melezleme” Türkçesi,
çağdaşlarından ayrı bir yerde durduğunu herkesin itiraf ettiği şiirlerindeki
zengin ironisi, “halka rağmen” değil “halk ile” olan içli dışlı toplumculuğu…
Maalesef Metin Eloğlu’nu bu kadarla da sınırlı tutamayız. Kendisinin yaşarken
bir kitap bütünlüğünde göremediği (Asım Bezirci, öykülerin kitaplaş(a)mamasını,
biraz da Eloğlu’nun “üşengeç” tarafına verir) öykü serüvenini de konuşmalıyız.
Metin Eloğlu’nun Öykü
Serüveni
1927 yılında dünyaya gelen ve 1985 yılında bu dünyadan göçen
Metin Eloğlu’nun öyküleri, daha önce de Eloğlu’nun kitaplaşmamış şiirlerini bir
araya getiren Turgay Anar tarafından derlenerek Selahattin Özpalabıyıklar
editörlüğünde İstanbullu adıyla 2009
yılında YKY tarafından yayımlandı. Kitap öyle büyük bir ilgi görmüş olacak ki, halen
ikinci baskısını yapmamış durumda ve birçok kitapçı ile internet mağazalarında
“temin edilmiyor” halde sessizliğini korumakta!
Metin Eloğlu’nun ilk öyküsü, 25 Mayıs 1944 tarihinde Servetifünun dergisinin 2464. sayısında
“Mehmet Metin” imzasıyla yayımlanır. “Balıkçı Çocukları Şehri” adlı bu öyküden
yedi ay önce de ilk şiiri yayımlanmış olan Eloğlu’nun şiir ile öyküyü paralel
olarak ve hatta birbirini destekleyerek yazdığını görmek mümkün. Zamanlama bir
yana, öykülerinde oldukça şiirsel bir dili ve şiirin imkânlarını tercih etmiş
olması ya da şiirlerinde nevi şahsına münhasır bir “öyküleme” kullanması da
bunun kanıtı olarak gösterilebilir. Julio Cortázar'ın, “Öykü ile şiirin
yaratılışı, doğuşu aynıdır: Birden ortaya çıkan bir yabancılaşma ‘normal'
düzeneğini yerinden oynatan bir değişim.” sözünü de zihnimizin bir köşesinde
tutalım bu vesileyle.
Elbette, hikâye anlatmanın farklı iki biçimi olarak
görebileceğimiz şiir ve öykü, birbirinden oldukça farklı teknik özelliklere
sahiptir. Nesir ve nazım arasındaki ortak paydadan ziyade, imkân bakımından
farklılıklarının daha fazla olduğu rahatlıkla söylenebilir. Fakat bu iki türü
birlikte kotaran birçok edip gibi Metin Eloğlu’nun da şiirleri ile öykülerinin
ortak paydasının daha fazla olduğunu görebiliriz. Çünkü Eloğlu yazdıklarıyla
her zaman dilin imkânlarını kurcalamış, Türkçeyi yeniden inşa etme gayretinde
olmuştur. Bu, şiir ve öykülerinde tercih ettiği kelime seçiminden bile oldukça
net bir şekilde anlaşılır. “Kısnık, şergil, ımızık, şıpınişi, kancaloz,
hamhalat, pıyrım, singöröz, pırnakıl…” gibi gündelik hayatta dahi kulağa
çalınması ihtimali zor kelimeleri titizlikle ve göze batmayan bir kıvamda
metnine yerleştirmeyi başarmıştır. Hatta şair İlker Şaguj, çok sevdiği Metin
Eloğlu’nun kitaplarını tarayarak Metin Eloğlu şiirinin temel kurucularından
biri olarak gösterebileceğimiz, halk dilinden aldığı ya da türettiği/ürettiği
sözcükleri araştırıp bir sözlük hazırlamıştır 2015 yılında. (Metin Eloğlu Sözlüğü, 160.Kilometre
Yayınları)
İstanbullu-luk
Kana kana karanlıkta
Gel kardeşim Üsküdar
Hadi bize gidelim
Helvanı al gömleğini çekele içini dök
Usunu sıyır hadi bize gidelim
Yalnızlık az sonra damlar
Gel kardeşim Üsküdar
Hadi bize gidelim
Helvanı al gömleğini çekele içini dök
Usunu sıyır hadi bize gidelim
Yalnızlık az sonra damlar
Yukarıda bir parçasını alıntıladığım “Üsküdarlama” adlı bu
güzel şiirin şairi Metin Eloğlu, Üsküdarlıdır. Aslına bakarsanız, Üsküdar’dır.
Hatta ve hatta İstanbul’dur. İstanbulludur. İstanbul onun için aşktan da öte,
sevgiliden de öte, hayal ve rüyadan da öte gerçek bir gerçektir. Bir gıdadır.
“Günlük gıdam mı? Bir haşlanmış patates, cücüklü bir soğan,
yüz gram helva. Ekmek istemez. İstanbul ister.” (“İstanbullu”, sf. 110)
Metin Eloğlu’nun İstanbullu
öykü kitabının editörlüğünü yapan Selahattin Özpalabıyıklar’ın kitaba bu ismi
önermesi, sadece Eloğlu’nun aynı adlı bir öyküsünün olmasından daha fazlasını
işaret eden bir önem taşımaktadır. 1956 yılında Pazar Postası’nda yayımlanan ve yukarıda bir alıntısını paylaştığım
“İstanbullu” adlı öyküsünde zirveye ulaşan İstanbul sevdası, şiirlerinde olduğu
gibi, Eloğlu’nun diğer tüm öykülerinde de aşikârdır. Birçok öykünün mekânı,
birçoğunun kahramanı (ya da kahramanlarının memleketi: Üsküdarlı Mahmut,
Balatlı Hüsnü… vb.), birçok öykünün de ta kendisidir İstanbul. Olmazsa olmaz,
olandır.
“Daha ne mi olsun? Şey olsun, bir salı… O salıda sen olsun,
ayrılmasız. İstanbul olsun, Karagümrük olsun (…) Üsküdarlıyım, babam Boyabatlı,
seni seviyorum, iddiasına var mısın?” (“Senli Benli”, sf. 126)
“İstanbul’u gözümde tüttüre tüttüre içiyorum. Saadet’e olan
aşkımı beterleştire beterleştire içiyorum. Dirile dirile, ayıla ayıla.” (“Gurbet
Elde Her Akşam”, sf. 96)
“Bu sefer beni
teneşir paklar. İstanbul’a gidemeyeceğim nasıl olsa…” (“İstanbullu”, sf. 109)
“ ‘Ne varsa burada var’ diyordu; ‘canım Türkiye, ciğerim
İstanbul.’ Kukureçten bir çatal ucu almıştı galiba.” (“Kaçak”, sf. 136)
“Bozkırın göbeği. Kış kıyamet. Sürgün gibiyim. Nasıl da
özlüyorum netameli istanbul’umuzu.” (“Erkek”, sf. 140)
Son Olarak İki Dize
Öyküleri unutulmuş bir şair olarak Metin Eloğlu, şiirleri
unutulmuş bir öykücü olmak istemediği için yanaşmadı belki de yaşarken
öykülerinin kitaplaşmasına. O kadarını bilemiyoruz; ama biz öykü okurları yine
unutmak üzere İstanbullu adlı bu
mühim kitabı okumak istersek, belki kitabın yeni baskısı bile yapılabilir
yayınevi tarafından. Hem böylece Eloğlu’nun “İnce Elek” şiirindeki şu
dizelerinin Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya” öyküsünün o meşhur
final cümlesi gibi biz sevgili okura seslendiğini varsayarak, Eloğlu’nun
isteğini yerine getirmiş olabiliriz:
Beni aç bırak evsiz
urbasız bırak
Beni sensiz bırakma
Beni sensiz bırakma
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder