5 Mayıs 2017 Cuma

Unutulan Öyküler: Öyküsü Şiir, Şiiri Öykü Bir İstanbullu



Edebiyat dünyasının, ama en çok da okurların, affetmediği bir şey vardır: Eğer yazının sadece bir türünde ün yapmışsanız, yazdığınız diğer türlerdeki tüm eserlerinizin yeri çöplüktür. Mesela iyi bir “romancı” olduysanız, kusura bakmayınız; yazdığınız onca güzel şiir bir çırpıda unutulmaya mahkûmdur… En azından, pek çoğu! Ya da iyi bir şairseniz, kaleme aldığınız öyküleri de ne yapacakmış okur? Sizi gidi sizi… Siz edebiyatçılar ne çok şey istiyorsunuz öyle! Hem zaten sizin talihsizliğiniz, en başta, edebiyatçı olmanızda. Bir de üstüne üstlük soyadınız “Eloğlu” ise, kim umursar ki sizi?

Eloğlunda ince müzik
Benimkisi aman aman


Metin Eloğlu denilince akla, elbette hemen “şiir” gelir. Biraz daha düşünülürse, kendisinin ressamlığı hatırlanır. Fakat “şair” ve “ressam” tanımlamaları, Metin Eloğlu’nun sanatçı yönünü kavrayabilmemiz için yeterli olmamaktadır. Şiirlerinde kullandığı temiz ve kendine has “melezleme” Türkçesi, çağdaşlarından ayrı bir yerde durduğunu herkesin itiraf ettiği şiirlerindeki zengin ironisi, “halka rağmen” değil “halk ile” olan içli dışlı toplumculuğu… Maalesef Metin Eloğlu’nu bu kadarla da sınırlı tutamayız. Kendisinin yaşarken bir kitap bütünlüğünde göremediği (Asım Bezirci, öykülerin kitaplaş(a)mamasını, biraz da Eloğlu’nun “üşengeç” tarafına verir) öykü serüvenini de konuşmalıyız.

Metin Eloğlu’nun Öykü Serüveni

1927 yılında dünyaya gelen ve 1985 yılında bu dünyadan göçen Metin Eloğlu’nun öyküleri, daha önce de Eloğlu’nun kitaplaşmamış şiirlerini bir araya getiren Turgay Anar tarafından derlenerek Selahattin Özpalabıyıklar editörlüğünde İstanbullu adıyla 2009 yılında YKY tarafından yayımlandı. Kitap öyle büyük bir ilgi görmüş olacak ki, halen ikinci baskısını yapmamış durumda ve birçok kitapçı ile internet mağazalarında “temin edilmiyor” halde sessizliğini korumakta!

Metin Eloğlu’nun ilk öyküsü, 25 Mayıs 1944 tarihinde Servetifünun dergisinin 2464. sayısında “Mehmet Metin” imzasıyla yayımlanır. “Balıkçı Çocukları Şehri” adlı bu öyküden yedi ay önce de ilk şiiri yayımlanmış olan Eloğlu’nun şiir ile öyküyü paralel olarak ve hatta birbirini destekleyerek yazdığını görmek mümkün. Zamanlama bir yana, öykülerinde oldukça şiirsel bir dili ve şiirin imkânlarını tercih etmiş olması ya da şiirlerinde nevi şahsına münhasır bir “öyküleme” kullanması da bunun kanıtı olarak gösterilebilir. Julio Cortázar'ın, “Öykü ile şiirin yaratılışı, doğuşu aynıdır: Birden ortaya çıkan bir yabancılaşma ‘normal' düzeneğini yerinden oynatan bir değişim.” sözünü de zihnimizin bir köşesinde tutalım bu vesileyle.

Elbette, hikâye anlatmanın farklı iki biçimi olarak görebileceğimiz şiir ve öykü, birbirinden oldukça farklı teknik özelliklere sahiptir. Nesir ve nazım arasındaki ortak paydadan ziyade, imkân bakımından farklılıklarının daha fazla olduğu rahatlıkla söylenebilir. Fakat bu iki türü birlikte kotaran birçok edip gibi Metin Eloğlu’nun da şiirleri ile öykülerinin ortak paydasının daha fazla olduğunu görebiliriz. Çünkü Eloğlu yazdıklarıyla her zaman dilin imkânlarını kurcalamış, Türkçeyi yeniden inşa etme gayretinde olmuştur. Bu, şiir ve öykülerinde tercih ettiği kelime seçiminden bile oldukça net bir şekilde anlaşılır. “Kısnık, şergil, ımızık, şıpınişi, kancaloz, hamhalat, pıyrım, singöröz, pırnakıl…” gibi gündelik hayatta dahi kulağa çalınması ihtimali zor kelimeleri titizlikle ve göze batmayan bir kıvamda metnine yerleştirmeyi başarmıştır. Hatta şair İlker Şaguj, çok sevdiği Metin Eloğlu’nun kitaplarını tarayarak Metin Eloğlu şiirinin temel kurucularından biri olarak gösterebileceğimiz, halk dilinden aldığı ya da türettiği/ürettiği sözcükleri araştırıp bir sözlük hazırlamıştır 2015 yılında. (Metin Eloğlu Sözlüğü, 160.Kilometre Yayınları)

İstanbullu-luk

Kana kana karanlıkta
Gel kardeşim Üsküdar
Hadi bize gidelim
Helvanı al gömleğini çekele içini dök
Usunu sıyır hadi bize gidelim
Yalnızlık az sonra damlar

Yukarıda bir parçasını alıntıladığım “Üsküdarlama” adlı bu güzel şiirin şairi Metin Eloğlu, Üsküdarlıdır. Aslına bakarsanız, Üsküdar’dır. Hatta ve hatta İstanbul’dur. İstanbulludur. İstanbul onun için aşktan da öte, sevgiliden de öte, hayal ve rüyadan da öte gerçek bir gerçektir. Bir gıdadır.

“Günlük gıdam mı? Bir haşlanmış patates, cücüklü bir soğan, yüz gram helva. Ekmek istemez. İstanbul ister.” (“İstanbullu”, sf. 110)

Metin Eloğlu’nun İstanbullu öykü kitabının editörlüğünü yapan Selahattin Özpalabıyıklar’ın kitaba bu ismi önermesi, sadece Eloğlu’nun aynı adlı bir öyküsünün olmasından daha fazlasını işaret eden bir önem taşımaktadır. 1956 yılında Pazar Postası’nda yayımlanan ve yukarıda bir alıntısını paylaştığım “İstanbullu” adlı öyküsünde zirveye ulaşan İstanbul sevdası, şiirlerinde olduğu gibi, Eloğlu’nun diğer tüm öykülerinde de aşikârdır. Birçok öykünün mekânı, birçoğunun kahramanı (ya da kahramanlarının memleketi: Üsküdarlı Mahmut, Balatlı Hüsnü… vb.), birçok öykünün de ta kendisidir İstanbul. Olmazsa olmaz, olandır.

“Daha ne mi olsun? Şey olsun, bir salı… O salıda sen olsun, ayrılmasız. İstanbul olsun, Karagümrük olsun (…) Üsküdarlıyım, babam Boyabatlı, seni seviyorum, iddiasına var mısın?” (“Senli Benli”, sf. 126)

“İstanbul’u gözümde tüttüre tüttüre içiyorum. Saadet’e olan aşkımı beterleştire beterleştire içiyorum. Dirile dirile, ayıla ayıla.” (“Gurbet Elde Her Akşam”, sf. 96)

 “Bu sefer beni teneşir paklar. İstanbul’a gidemeyeceğim nasıl olsa…” (“İstanbullu”, sf. 109)

“ ‘Ne varsa burada var’ diyordu; ‘canım Türkiye, ciğerim İstanbul.’ Kukureçten bir çatal ucu almıştı galiba.” (“Kaçak”, sf. 136)

“Bozkırın göbeği. Kış kıyamet. Sürgün gibiyim. Nasıl da özlüyorum netameli istanbul’umuzu.” (“Erkek”, sf. 140)

Son Olarak İki Dize

Öyküleri unutulmuş bir şair olarak Metin Eloğlu, şiirleri unutulmuş bir öykücü olmak istemediği için yanaşmadı belki de yaşarken öykülerinin kitaplaşmasına. O kadarını bilemiyoruz; ama biz öykü okurları yine unutmak üzere İstanbullu adlı bu mühim kitabı okumak istersek, belki kitabın yeni baskısı bile yapılabilir yayınevi tarafından. Hem böylece Eloğlu’nun “İnce Elek” şiirindeki şu dizelerinin Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya” öyküsünün o meşhur final cümlesi gibi biz sevgili okura seslendiğini varsayarak, Eloğlu’nun isteğini yerine getirmiş olabiliriz:

Beni aç bırak evsiz urbasız bırak
Beni sensiz bırakma


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder