29 Ağustos 2004 tarihinde, gazeteci Ahmet Hakan şöyle
yazmıştı köşe yazısında:
Milli Eğitim
Bakanlığı, gençleri kitap okumaya özendirmek amacıyla "100 temel eser"
listesi hazırladı. Olması gerekenlerin hepsi, yani Akif, Nazım,
Dostoyevski, Ahmet Haşim, Peyami Safa, Orhan Veli filan listede. Ancak
listede adı söylendiğinde "O da kim yahu?" denilecek bir yazar da
var. Aşina olmadığımız bu yazarın adı: Bahattin Özkişi. Tavsiye
edilen eserinin adı: Sokakta. Merak ettiğim şu: Acaba
gerçekten "hakkı teslim edilmemiş" bir yazarla mı karşı karşıyayız
yoksa ülkemizin en güzide müessesi "torpil" burada da mı devriye
girdi?
Kim olduğu bilinmeyen, bilinmemesi bir yana komik bir
şekilde “torpilli” sanılan, hatta adı bile, bir zahmet bir yerlerden bakılıp
yazmak yerine, yanlış yazılan Bahaeddin Özkişi kimdir gerçekten? Ancak 2004
yılında, yani vefatından 29 sene sonra adını duyabildiğimiz(!) bu yazarı okur
olarak bizler biliyor, tanıyor muyuz? Bu kadar unutmak, unutmak mıdır artık? Yoksa…
“Özkişi” niyetine…
Soyu, Nakşibendî şeyhlerinden Hacı Halit Efendi’ye dayanan
Bahaeddin Özkişi, 1928 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. İlk ve orta
öğreniminden sonra Sultanahmet Sanat Enstitüsü’ne devam eden Özkişi, ilk
hikâyelerini de burada yazmaya başlamıştır. İlk hikâyelerini kaleme aldığı
sıralarda birçok edebiyatçı ile yakinen tanışma fırsatı elde eden Özkişi, en
büyük övgüyü tam da o yıllarda Ahmet Hamdi Tanpınar’dan almıştır: Devam et oğlum, sen on tane Sait Faik
edersin!
Elbette devam eder Özkişi yazmaya. Bir yandan Süheyl
Ünver’den tezhip dersleri alan ve diğer yandan da eski İstanbul evlerinin üç
boyutlu maketlerini yapan Özkişi, yazmaya da devam eder. 1959 yılında, otuz
kısa öyküden oluşan Bir Çınar Vardı
adlı ilk kitabı yayımlanır. Öykülerinin ardından, üç tane de roman yazar daha
sonra Özkişi: Köse Kadı - Uçtaki Adam –
Sokakta
Bir Çınar Vardı
kitabından ve romanlarından sonra Özkişi, birçok dergide kısa hikâyeler
yayımlamaya devam eder. Fakat bu öykülerini kitaplaştırmaz, 1975 yılında
yayımlanan ikinci öykü kitabı olan Göç
Zamanı kitabına da almaz. İlk öykü kitabı oldukça uzun bir süre tekrar
yayımlanmayan Özkişi’nin, sadece bir öykü kitabı (Göç Zamanı) olduğu düşünülür uzun bir zaman.
Ötüken Neşriyat, son olarak hazırladığı edisyonda (2008’den
bu yana, 3 baskı) Bahaeddin Özkişi’nin yayımlanmış iki öykü kitabını ve
kitaplarına almadığı öykülerini tek bir ciltte yayımlamıştır. Bu kitap şu anda
her ne kadar pek kolay şekilde piyasada bulunmuyor olsa da, yine de Ötüken
Neşriyat’a bu çalışmasından dolayı teşekkürlerimi sunmak isterim.
Bir Çınar Vardı
Bahaeddin Özkişi’nin yayımlanan ilk kitabı, oldukça kısa
hacimli öykülerden mürekkep bir çalışma olan Bir Çınar Vardı adlı öykü kitabıdır. Bazısı yarım kitap sayfasını
bile doldurmayan bu öyküler, Özkişi’nin edebiyat dünyasında ileride atacağı
adımların sağlamlığını okura oldukça açık ve net bir şekilde gösterir.
Metinlerin kısalığına karşın, öykülerdeki anlatım gücü oldukça yoğun ve
görkemlidir. Dil bütünlüğü oturmuş, ince ve hüzünlü bir kara mizahın kokusunu
duyabileceğimiz, “küçük” insanların “büyük” dünyalarının hikâyeleridir
anlatılan. Türk öykücülüğünde özellikle Sait Faik’e atfedilen bu “küçük insanın
hikâyesi” durumu, Özkişi’nin öykülerinde farklı bir açıdan seyreder. Özkişi,
kaleme aldığı insanların kendilerini konuşturur, kendilerini öne sürer daima.
Yazar, hiçbir şekilde metinde görünmez. Sade ve yalın, gerçekten karşımızda
durur insanlar. Kendi şiveleri, kendi gülünçlükleri, kendi acı ve hüzünleriyle;
canlı ve kanlı bir şekilde.
İri iri iki yaş tanesi
haftalık sakalları arasında kayboldu. Gürültüyle burnunu çekti.
-Ya, sen de sanırsın ki memnunam, bilürem, üzülürsen, sen emminden Rus çafiri üzülmez a halime. Da bu gün, şindik kan tükürmüşem.(Bilinmeyen Kahramanlar)
-Ya, sen de sanırsın ki memnunam, bilürem, üzülürsen, sen emminden Rus çafiri üzülmez a halime. Da bu gün, şindik kan tükürmüşem.(Bilinmeyen Kahramanlar)
Bir Çınar Vardı
kitabındaki öykülerde gözlemleyebileceğimiz diğer bir unsur, bu toprakların
mayası olan irfan geleneğimize olan atıflardır. Romantizme kaçmayan bir
İslamiyet inancı yansıması, halkın temiz ve içtenlikli imanı… Bu unsur, Özkişi’nin
daha sonrasında kaleme alacağı romanlarında daha metafizik bir hal alacak ve
olgunluğa erişecektir. Özellikle Sokakta
adlı romanı, metafizik bir gerilim/polisiye romanı olarak okunabilecek ve
edebiyatımızda pek de benzeri görülmeyen bir eserdir.
Göç Zamanı
Bahaeddin Özkişi’nin ikinci öykü kitabı olan Göç Zamanı, öykücülüğünün ustalık
eserlerini bir araya getiren öyküleriyle tam bir başyapıttır. Kara mizah ve
ince bir duygusallığın yanı sıra, bu kitaptaki öykülerde yazarın kendine has
ironi anlayışı da oldukça açık bir şekilde gözlemlenir. Zaman zaman Oğuz
Atay’a, zaman zaman Yusuf Atılgan’a benzer bir dil ve üslup görülür öykülerde.
Özellikle modern dünya içerisindeki insanın hal-i pürmelâlini tartıya koyan
paragraflar, tam olarak öncül birer Oğuz Atay metni olarak okunabilir. (Acaba
Atay, Özkişi’den haberdar mıydı? Öykülerini okumuş, hatta onunla tanışma fırsatına
ermiş miydi? Bilemiyoruz. Ama Tutunamayanlar
romanındaki meşhur başkarakter Turgut Özben ile Bahaeddin Özkişi’nin soyadı
benzerliği, biraz aşırı yorum olacak belki ama, ruhsal bir kalem kardeşliği
olarak görülebilir. Kim bilir…)
Aşağıda alıntılayacağım “Palto” öyküsünden bir paragraf,
umarım zihnimde canlanan Özkişi-Atay paralelliğini size de gösterebilir. Hele
ki Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam” öyküsünü de düşünürseniz, “Manto/Palto” imgelemini
göz önünde bulundurursanız…
İnsanlar bize dikkat
etmiyorlardı. Bizler, toplumun kaldırıp attığı iki tuhaf yaratık, kendi
azaplarımız içinde yalnızdık. O ucuz bir paltonun, bense, iki gün yatağa çıkarmadan
girdiğim bir gece elbisesinin zavallı kurbanları. Yapayalnız odamda, benimle
hiçbir ilgisi olmayan yeni elbisemin, bana azab verişi nedendi? Nedendi bu
adamın yeni paltodan kıvranışı?
Yine “Rilke’nin Dişiliği Hakkında” adlı öyküsü, ünlü alman
şair R. Maria Rilke’yi uzun bir süre kadın sanan (“Maria” adından dolayı) ve
hatta ona âşık olan bir okurun acıklı/komikli hikâyesini anlatır bize. Ne kadar
da Oğuz Atay’ın kalemi bir öykü gibi
duruyor, değil mi? (Bu nedenle tam da burada, ciddiyeti elden bırakıp sormak
isterim: Atayistler bunu da
açıklasın!)
Son Olarak
Bu yazıyı kaleme almadan önce, birçok okur ve yazar dostuma
Bahaeddin Özkişi’nin herhangi bir kitabını okuyup okumadıklarını sorduğumda,
çoğunlukla olumsuz yanıtlar aldım. İsmini duyan çoktu, ama öykülerini ya da
romanlarını okuyanların sayısı tahmin ettiğimden de azdı. Özellikle Müslüman ve
muhafazakâr kesim dâhilinde bile okurunun oldukça az olması beni şaşırttı ve
üzdü.
2004 yılında MEB’in “100 Temel Eser” seçimi kurulunda
Bahaeddin Özkişi’yi öneren ve kabul ettiren kişi kim, bilmiyorum. Ama kendisine
hem benim hem de tüm edebiyatseverlerin/okurların bir teşekkür borcu olduğunu
söylemem gerekiyor. Belki “100 Temel Eser” kapsamına alınmasa, Özkişi’yi
unutmaktan daha fazla bir terk edilmişliğe bırakacaktık.
Şu an bile bu kadar unuttuysak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder