Romanların, öykülerin, şiirlerin, kısacası edebiyatın ne işe
yaradığını düşünüp duruyoruz hâlâ. Elbette bu sorunun çok çeşitli yanıtlarını
da verebiliyoruz, çoğu zaman kendimizce. “Kitap, en iyi arkadaştır.” diyoruz
mesela, artık çok klişeleşmiş bir yanıt da olsa. İnsansız, sadece kitaplardan
oluşan bir arkadaş evreninde yaşanabilir mi acaba? Bunu da düşündüğümüz
olmuştur büyük ihtimalle. Kitapların, dizelerin, cümlelerin, kelimelerin
arasında nefes alıp vermek sadece... Kulağa hoş gelmiyor değil.
Peki, sonsuza dek yaşayabilir mi bir insan sadece
kitaplarla? Bir kitabı sevmekle mi, bir insanı sevmekle mi, yoksa kitap seven
bir insanı sevmekle mi başlar her şey?
Gençlik edebiyatında göz dolduran eserler yayımlamayı hızla
sürdüren Genç Timaş’ın yeni kitabı “Limon Kütüphanesi” kitaplar-insanlar
ekseninde dönüp dolaşan, oldukça ilgi çekici bir roman olarak karşımızda
duruyor.
Calypso, henüz çok küçük yaşlarda annesini kaybetmiş, on yaşında bir kız çocuğudur. Annesinden kendisine miras kalan tablolar ve daha da önemlisi kitaplarla çevrili bir evde yaşamaktadır; düzeltisini yaptığı kitapların arasında saatler geçirip kendisini odasına hapseden babasıyla birlikte elbette… Calypso, annesinin yokluğunda çok derin sıkıntılar ve farkına bir türlü varamadığı bir bunalım içinde olan babasına bakar. Yemek yemeyi bile unutan, kafasını çalışma odasındaki kâğıtlardan kaldırmayan, Calypso’ya sürekli olarak içindeki “manevi güç”ü keşfetmesini söyleyen babasının bu hali, olayları bambaşka boyutlara taşıyacaktır.
Calypso, henüz çok küçük yaşlarda annesini kaybetmiş, on yaşında bir kız çocuğudur. Annesinden kendisine miras kalan tablolar ve daha da önemlisi kitaplarla çevrili bir evde yaşamaktadır; düzeltisini yaptığı kitapların arasında saatler geçirip kendisini odasına hapseden babasıyla birlikte elbette… Calypso, annesinin yokluğunda çok derin sıkıntılar ve farkına bir türlü varamadığı bir bunalım içinde olan babasına bakar. Yemek yemeyi bile unutan, kafasını çalışma odasındaki kâğıtlardan kaldırmayan, Calypso’ya sürekli olarak içindeki “manevi güç”ü keşfetmesini söyleyen babasının bu hali, olayları bambaşka boyutlara taşıyacaktır.
Fakat Calypso’nun asıl hikâyesi, yeni okul arkadaşı Mae ile
başlar. Hani şu yerden topladığı dallar ile okulun bahçesine koskoca bir
CALYPSO yazan ilginç kız!
Mae kelime düşkünü, kitap oburu bir kızdır. Okuduğu
kitaplarla güler, okuduğu kitaplarla ağlar. Tıpkı Calypso gibi bir sevda besler
kitaplara, okumaya, hatta yazmaya. İşte bu ortak sevgileri, görünmez bir bağın
örülmesine sebep olur Mae ile Calypso arasında. Calypso, kitapları ve biraz da
olsa babasıyla paylaştığı yalnızlık evinin kapısını Mae için aralar. Tıpkı kendisi
gibi kitapların dünyasına inanan, kelimelerin evreninde dolaşan, kitaplardaki
karakterlerle yaşayan bu yeni ve hatta “ilk” arkadaş ile her şey eskisinden kat
be kat güzeldi artık.
Sadece Mae değil, Mae’in ailesi de Calypso için hiç alışık
olmadığı bir hayatın kapısının aralanmasını sağlar. “Aile” denilen şeyin ne
olduğunu, anne sıcaklığını, çocuk olabilmenin o uçsuz bucaksız özgür alanını
keşfetmeye başlar yavaş yavaş. Öyle güzel ve sıcak bir deneyimdir ki bu, Mae’in
evinde zaman geçirmek, hatta onlarla birlikte yaşamak ister Calypso.
Tam böyle güzel giderken her şey, insanlar-kitaplar eksenini
yerle bir edecek o şeyler çıkar ortaya: Limonlar.
Kitaplar-insanlar ve limonlar...
“Kitaplar size kaybettiğiniz insanları geri verir.” der
Calypso romanın bir yerinde. Peki, limonlar ne yapar, ne yapabilir insana?
Limonların sizi sevdiğiniz kitaplardan uzaklaştırmaya gücü yeter mi mesela? Ya
da sevdiğiniz insanlardan?
Kitaplar, insanlar ve limonların garip ve hüzünlü
çatışmasını öğrenmek, kitapların ve limonların bir çocuğun dünyasında nelere
karşılık gelebileceğini anlamak, insana dokunan her şeyin ve insanın aslen
kendisinin “manevi güç” olabileceğinin keşfetmek için “Limon Kütüphanesi”
mutlaka okunması gereken bir roman.
İnsanları, kitapları ve elbette limonları da seven tüm
okurlar için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder